Allah Yolunda İnfak Etmenin Önemi

Allâhü Teâlâ, Münâfikûn Sûresi’nin 10. âyet-i kerîmesinde müminleri ikaz ederek her müminin nâil olduğu rızıktan daha hayatta iken infâkta bulunmasını, bilâhare öleceği vakit hissedeceği pişmanlığın kendisine fayda vermeyeceğini bildirmekte ve mallarına, evlâtlarına münafıklar gibi mağrur olarak cimrice yaşamaktan nehyetmektedir.

Şüphe yok ki infâk ile emir, onun gerçekleşmesinin bağlı olduğu sebeplere çalışmak ile de emirdir. Ve bu maksatla çalışıp kazanmak, yalnız evlat ve aile endişesiyle çalışmaktan çok daha yüksek bir gayrettir. Şu hâlde nehyedilen mal kazanmak, mal ve evlat tedbir ve terbiyesiyle uğraşmak değil, mal ve evlat endişesiyle Allâhü Teâlâ’yı unutmak, Allah için infâkı düşünmemektir. Mümin olan kimse, kazanmış olduğu malı, sırf kendinin ve kendi marifet ve gücünün semeresi bilmeyip Allâhü Teâlâ’nın kendine rızık olarak verdiği bir ilâhî ihsan olarak telakkî etmelidir. Bu suretle Allah yolunda fedakârlık etmek lüzumuna tenbih için “Size verdiğimiz rızıktan infâk edin...” buyurulmuştur. Hakikatte asıl izzet yemekte değil, yedirmektedir. Kendileri patlayasıya yiyip de Allah için yedirmekten, vermekten kaçınmak, yani yanındaki komşusunun, etrafındaki muhtaçların ihtiyacını düşünmemek gibi tamahkâr davranışlar, insanlığa yakışmayan şeylerdendir.

Dünyada cemiyetleri en ziyade yoran, çarpıştıran kavgaların kökü de bu infâk meselesidir. En alçak cemiyetlerin düşmanlık ve mücadeleleri hep yemek davası üzerinde dolaşır. Güçleri yeterse zor ve zulüm ile yâhut hırsızlıkla almaya çalışırlar. Bütün bunlar, ben yiyeyim sen yeme, diye kavga ederler.

Yüksek İslâm cemiyetlerinin münakaşaları ise yedirmek, infâk etmek ve muhtaç olanların ihtiyaçlarına yetişerek Allâhü Teâlâ’ya kullukta yükselmek yarışı üzerinde dolaşır. Bunlar bir taraftan çirkinlikleri, ayıpları, günahları örtüp eksiklikleri tamamlamak, bir taraftan da ihtiyacı olanlara muhtaç oldukları şeyleri birbirinden daha iyi, daha faydalı bir sûrette ulaştırmak ve bu sûretle Allah katındaki derecelere ermek için yarışırlar.

Allah yolunda infâk eden müminler, Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle methedilmişlerdir -meâlen-:

“O müttakîler ki bollukta ve darlıkta infâk ederler ve kızdıklarında öfkelerini yutarlar ve insanların kusurlarını affedicidirler. Allah da ihsanda bulunanları sever.” (Âl-i İmrân Sûresi, âyet 134)

“Mallarını gece ve gündüz, gizli ve aşikâr, hayra sarf eden kimseler, işte onların, Rablerinin indinde ecirleri sırf kendilerinindir ve onlara bir korku yoktur ve onlar mahzun da olacak değildir.” (Bakara Sûresi, âyet 274)

İşte bu medihlere mazhar olanlar gibi azamî surette olmasa bile, infâk yaparak bu medihlerden nasibdâr olmaya çalışmak lâzımdır. Çünkü infâk yapmayıp sadaka vermeyen her kimse kendisine ölüm geldiği, emareleri zâhir olup öleceğini anladığı anda, bu nimetlerden mahrum olarak gittiğine hasret çekecektir. Münâfikûn Sûresi’nin, 10. âyet-i kerîmesinde şöyle buyurulmuştur -meâlen-: “Birinize ölüm gelmesinden ve ‘Yâ Rabbi! Beni yakın bir müddete kadar tehir etse idin de sadaka verse idim ve sâlihlerden olsa idim’ demesinden evvel, size rızık olarak verdiğimiz şeylerden infakta bulunun.”

Bunun için o vakit gelmeden evvel mümkün olduğu kadar rızıklarınızdan keserek infâk edin, Allah yolunda harcayın da o gün, o hasret ve hüsranı çekmeyin. Çünkü o zaman ne kadar pişman olunsa ve dua edilirse edilsin bir faydası olmaz. Münâfikûn Sûresi’nin 11. âyet-i kerîmesinde -meâlen-: “Hâlbuki Allah, bir nefsi, eceli geldiği zaman aslâ tehir buyurmaz ve her ne yaparsanız Allah, haberdardır (hakkıyla bilir).” buyurulmuştur.

Binâenaleyh infâk etmekten ve Allâh’ı zikirden gaflet etmeyin. Allâhü Teâlâ, rızası için infâk edenlerin de yaptıklarını bilir, mükâfatlarını verir. Allâhü Teâlâ, âhireti unutup da dünyaya dalanların da yaptıklarını bilir, cezalarını verir. Bu da herkesin hesaba çekilerek, kâr ve zararın ortaya çıkacağı kıyamet günü belli olacaktır. (Elmalılı, Hak Dîni Kur’an Dili Tefsiri, Fazilet Neşriyat)