- enes
- 25.01.2023
DİNDE İSTİKAMET ÜZERE OLMAK
İstikamet; doğruluk, vazifelerde dine uygun şekilde hareket etmek, sadakatten ve ölçülü olmaktan ayrılmamaktır. İstikamet; dînî hükümlere, akîdelere, amellere, ahlâkî ve insanî vazifelere riâyet edip Cenâb-ı Hakk’ın ve yaratılmışların haklarını gözetmeye dikkat etmektir.

Hûd Sûresi’nin 112. âyet-i kerîmesinde -meâlen-: “O hâlde emrolunduğun gibi dosdoğru ol ve seninle beraber tevbe edenler de (senin gibi dosdoğru olsunlar). Ve haddinizi aşmayın. Çünkü Rabbiniz, yapmakta olduğunuz şeyleri hakkıyla görendir.” buyurulmaktadır. Bu âyet-i kerîme Resûl-i Ekrem sallallâhü aleyhi ve sellem’in ve ona tâbi olarak Müslüman olma şerefine kavuşan zâtların doğrulukla ve Allâhü Teâlâ’nın emirlerine riâyet etmekle mükellef olduklarını bildirmektedir. Dînî vazifeleri yerine getirme husûsunda sabrın mükâfatsız kalmayacağını müjdelemektedir. Bu âyet-i kerîme şöyle tefsir edilmiştir:
Sen, emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Hakkıyla istikamette bulun. Çünkü sen, her husûsta istikametle memursun. Ve senin, umumî ve husûsî bütün vazifelerini Kur’ân-ı Kerîm’de emrolunduğun gibi tam bir istikametle yapman gerekir. Ve bu sûretle Cenâb-ı Hakk’ın vahyine tamamen uyup Kur’ân-ı Kerîm’deki hükümleri ve ahlâkı yaşayarak bir istikamet numunesi olmalısın. Bunları yaptığında, hakkında hiçbir şüpheye mahal kalmayacaktır. Bunlar, peygamberliğine ve tebliğ vazifende muvaffak olduğuna en büyük delil olacaktır.
Onun için sen, seni inkâr edenlerin lafına bakma, onları Allâhü Teâlâ’ya bırak. Gerek müminlerle müşterek olan, itikâd ve amele ait umumî vazifende ve gerek bilhâssa nübüvvet vazifen icabı husûsî vazifende, emrolunduğun gibi kemâliyle (tam) bir istikamet üzere bulun. Sana vahyolunan emir, ne kadar ağır olursa olsun ne tebliğini ne icrâsını hiçbir müşkil karşısında terk etmeyip emrolunduğun gibi dosdoğru îfâda devam et.
İbn-i Abbas radıyallâhü anhümâ buyurmuştur ki: “Bütün Kur’ân-ı Kerîm içinde Resûlullâh’a, bu Hûd Sûresi’nin 112. âyet-i kerîmesinden şiddetli ve meşakkatli bir âyet-i kerîme nâzil olmamıştır. Ve onun içindir ki Peygamber Efendimiz aleyhissalâtü vesselâm, ‘Hûd Sûresi, beni ihtiyarlattı.’ buyurmuştur.”
Demek ki; Hakk’a ulaşmak için istikametten başka yol olmadığı gibi her husûsta tam bir istikamet üzere olmak kadar yüksek bir makam ve onun kadar zor hiçbir emir, yoktur.
Evvelâ her işte, bir olan istikamet noktasını tayin etmek zordur.
İkinci olarak; muhtelif noktaların alâkasından sıyrılıp da sarsılmadan ve dosdoğru o noktaya yürümek daha zordur.
Üçüncü olarak; vâsıl olduktan (o noktaya ulaştıktan) sonra aynı istikamette hiç eğilmeden devam ve sebat edebilmek, büsbütün zordur.
Bununla beraber şu kadarını hatırlatmalıyız ki; bu âyet-i celîlede Resûlullâh’a, “Beni ihtiyarlattı” dedirtecek kadar zor gelen cihet, istikamet emrinin asıl kendisine taalluk eden kısmından ziyade, ümmetine taalluk eden kısmıdır. Zira buyuruluyor ki: “Seninle beraber tevbe edenler de yani şirkten tevbe edip de imanda sana iştirâk ederek maiyetinde bulunan, Müslüman olan her kimse de senin gibi dosdoğru olsun.” Yani, Allâh’ın tayin ettiği huduttan çıkmayın, ifrat veya tefrite sapmayın, aşırı gitmeyin ey Müslümanlar! Çünkü o Rabb’in, bütün yapacağınızı görür. Ona göre mükâfat veya ceza verir.
Allâhü Teâlâ, Fussılet Sûresi’nin 30. âyet-i kerîmesinde -meâlen-: “Rabbimiz Allah’tır, deyip, sonra da istikamet üzere devam edenlere gelince, onların üzerine melekler iner (ve derler ki): “Korkmayın, üzülmeyin, size vaadedilen Cennetle sevinin.” buyurularak istikametin mükâfatı beyan olunmuştur. (Elmalılı, Hak Dîni Kur’an Dili Tefsiri, Fazilet Neşriyat)