MÜMİNLERİN YEDİ GÜZÎDE VASFI

Müminûn Sûresi’nin 1 ilâ 11. âyet-i kerîmeleri, yedi güzel vasfa sahip olan müminlerin kurtuluşa ererek Cennetlerin en yükseğine vâsıl olacaklarını müjdelemektedir. Şöyle tefsir edilmiştir:

1. (Muhakkak ki müminler) yani; Cenâb-ı Hakk’a iman eden, Muhammed aleyhisselâmın peygamberliğini tasdik eden, âhirete inanan, dinin emirlerine sarılanlar (felaha ermişlerdir). Onların istikballeri emniyet altına alınmış, felah ve saadete ulaşacakları katiyen kararlaştırılmıştır. İşte bu gibi müminler, yedi güzîde sıfatı hâiz oldukları için daha dünyada iken felaha nâil olmuş gibidirler. Bu yüksek vasıfların birincisi, en mühimmi iman etmek, güzel itikâd sahibi olmaktır.

2. (O müminlerdir ki, onlar) mükellef oldukları ibadetlerin en yükseği olan (namazlarında huşû), tevazu, tezellül (sahibidirler). Cenâb-ı Hakk’a kulluklarını arz etmek için namazlarını tam bir tevazu ile edâya çalışırlar. Namaz kılarken etrafa bakmayıp yalnız secde yerine bakarlar, elbiselerine, yüzlerine, gözlerine ellerini sürüp durmazlar. Hak Teâlâ’nın manevî huzurunda bulunduklarını düşünerek kemâl-i edep ve itidal ile, kalp huzuru ile ve âdâb ve erkânına riâyetle namazlarını kılmaya çalışırlar.

3. (Ve o müminler ki) o muhterem kullar ki (onlar lüzumsuz her şeyden) faydası olmayan sözlerden, hareketlerden, men edilmiş mâlâyanî, faydasız şeylerden dâima (yüz çevirirler). Öyle beyhûde yere, hayatı harcamayı gerektiren ve terk edilmesi hikmet muktezası olan şeylere iltifatta bulunmazlar.

4. (Ve o müminler ki, onlar zekâtı ifa edenlerdir.) Onlar mâlî ibadetlerde de bulunarak, hak etmiş olanlara mallarından birer muayyen hisse de ayırırlar. Bu suretle de nefislerini tezkiyeye, cimrilik şâibesinden temizlemeye muvaffak olurlar. Bu da o zatların dördüncü güzel vasfıdır. Zekât; taharet, temizlik demektir. İnfâk edilen bir mal, infak edenin malını ve ahlâkını temizleyeceği cihetle ona da zekât denilmiştir.

5- (Ve o müminler ki, onlar) nezih bir hayat yaşamayı temine gayret ederler. (Avret mahallerini) ve şehevî kuvvetlerini dâima (muhafaza edenlerdir). Haram olan mukârenetlerden (yakınlaşmalardan), münasebetlerden, insanlık terbiyesine muhalif olan vaziyetlerden kaçınırlar. Örtülmesi icap eden uzuvlarını açmaktan son derece sakınırlar. İslâm ahlâkına ve âdâbına muhalif hareketlerde bulunmazlar.

6- (Ve o müminler ki, onlar emanetlerine) riâyet ederler. Hiçbir kimsenin hukukuna, namusuna, haysiyyetine tecavüzde bulunmazlar. Kendilerine bırakılan emanetleri, sahipleri namına muhafaza ederler. Kendileri için birer emanet mesâbesinde olan hayatlarını, kuvvetlerini de suistimal etmezler. (Ve) onlar (ahitlerine) de; yani, vermiş oldukları sözlere, yapmış oldukları mukavelelere de (riâyet edenlerdir.) Gerek Allâhü Teâlâ’ya karşı deruhte etmiş oldukları ibadetleri, vazifeleri güzelce îfâya çalışırlar ve gerek insanlar ile yapmış oldukları muahede, mukâvele hükümlerine riâyette bulunurlar.

7- (Ve o müminler ki, onlar) namazlarını huşû ile kılmakla beraber (namazları üzerine muhafazada) da bulunurlar. Yani; Namazlarına muntazam bir surette devam ederler. Namazlarının farzlarından, sünnetlerinden, âdâbından bir şeyi terk etmez, namazlarını vakitlerinde kılmaya çalışırlar. Evvabin, duhâ ve teheccüd namazlarına, vesair nafile namazlara da devam ederler. Namazın en ulvî bir ibadet olduğunu bilerek onu edâ ile kalben ruhânî bir zevke nâil olurlar. İşte bu da felaha kavuşmuş olan hakîkî müminlerin yedinci güzîde vasfıdır.

Bu güzel vasıflar ile muttasıf olan müminler var ya, (işte vâris olanlar onlardır). İşte (onlardır ki, Firdevs Cennetlerine vâris olurlar.) Cennetlerin en yüksek derecelerine, tabakalarına, kendilerine başkalarından miras kalmış gibi mâlik bulunurlar. (Onlar, orada) o Firdevs Cennet’inde (müebbeden kalıcılardır.) Artık oradan ebediyen çıkmayacaklardır. İşte imanın, İslâm’ın kemâlâtına hâiz olmanın muazzam mükâfatı budur!