- enes
- 10.02.2023
Müslümanlar Muhasara Altında
Müslümanlığın Medine'de yayılmaya başladığı dönemde peygamber efendimiz (s.a.v)'in ve ilk müslümanların çekmiş olduğu bazı sıkıntıları bu yazı ile paylaşıyoruz

Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa sallallâhü aleyhi ve sellem’in peygamberliğinin yedinci senesinin başlarında Kureyş tâifesi gördüler ki, Müslümanlar günden güne çoğalıyor ve İslâm dini kuvvet buluyordu. Ebû Tâlib her ne kadar iman etmemişse de Peygamber Efendimizi (s.a.v.) evladı gibi himâye ediyor, Benî Hâşim’den diğer iman etmeyenler de onunla beraber olup, aşîret ve akrabalık gayretini gözetiyordu.
Kureyş tâifesi müşâvere edip karar verdiler. Gerek Müslüman ve gerek gayrimüslim bütün Hâşimoğulları ile görüşmekten vazgeçtiler. Bundan sonra Hâşimîlerle alışveriş etmemek, onlardan kız almamak ve onlara kız vermemek üzere aralarında ittifak ederek bir ahidnâme yazdılar, onu Kâbe’nin içine astılar ve onun aksine hareket etmemek üzere and içtiler.
Hâşimîler gerek Müslüman ve gerek müşrik hepsi Şa‘b-i Ebû Tâlib’de (yani kendi mahallelerinde) mahsur gibi kaldı. Diğer mahallelerde haneleri olan Müslümanlar da çıkıp oraya çekildiler.
Müslümanlar, mahallelerinde iki seneden fazla mahsur kaldı. Bir Müslüman pazara gitse müşrikler ona tahammül olunmaz derecede eziyet ederlerdi. Hac mevsiminde tüccardan biri, bir Hâşimoğlu ile alışveriş edecek olsa mâni olurlardı. Velhâsıl Müslümanlar, çarşı ve pazarda serbest gezemezlerdi. Ancak Hazret-i Hamza (r.a.) ve Hz. Ömer bin Hattâb (r.a.) gibi kuvvetli zâtlar, bu kuvvetleri sâyesinde Müslüman olduğunu ilan ederek istediği yerde gezip dolaşırdı. Hattâ Hazret-i Ömer bin Hattâb (r.a.) müşrikler ile pençe pençeye gelir, mücadele ederdi.
Ashâb-ı Kirâm’ın en büyüklerinden olan Ebûbekr-i Sıddîk (r.a.) Hazretleri, Kureyş tâifesi içinde pek ziyâde hatırı sayılır bir zât olduğu hâlde o da kavminden sıkıntı görürdü. Lâkin aslâ müşriklerin sözlerine bakmayıp âşikâre namaz kılar ve önceki gibi insanları gizlice İslâm’a davete çalışırdı.
Müminler, İslâm dini uğrunda her şeyini fedâ edip, kimi Habeşistan’a hicret ederek vatan ve akrabalarından vazgeçtiler ve kimi mahallesinde mahsur kalıp müşriklerin ezâ ve cefâsına katlandılar. Kureyş ise bunca mucizeler görmüş ve Kur’ân-ı Kerîm’in belâgati kendilerini âciz bırakıp hayrete düşürmüş iken, çoğu inat ve inkârlarında ısrar ederek şirk ve dalâlette kaldılar. Çünkü o vakit Arap kavmi birçok aşiret ve kabilelere ayrılmıştı. Her aşiret ve kabilenin bir başı olup hüküm ve idare bunların elinde idi. Bu sebeple kendilerine uyulur iken içlerinden başka bir zâta uymak istemediler.
Fakîr veya zengin olsun, zayıf veya kuvvetli olsun Müslümanlar arasında bir ayrılık yoktu. Kureyş’in ileri gelenleri ise halktan biri ile aynı seviyede olmaktan utanırlardı. Bunun için her biri kendi idaresi altındaki insanları, Müslüman olmaktan ve İslâm’ı etrafa yayılmaktan men etmeye çalıştılar.
Arapların en şereflisi olan Kureyş kavminin öyle ikiye ayrılıp da üç seneye yakın müddetten beri aralarında her türlü münasebetlerin kesilmesinden dolayı müşriklerin de çoğuna pişmanlık gelmişti. O ahidnâmeyi yazmış olanın eli kuruyup çolak olmuştu. Ahidnâmeye de güve cinsinden bir böcek musallat olarak onda Allâh’ın isminden başka ne kadar yazı var ise hepsini yiyip mahvetmişti. Peygamberimiz (s.a.v.), bunu amcası Ebû Tâlib’e haber verdi. Ebû Tâlib, Kureyş’e “Muhammed’in dediği doğru ise artık siz de insaf ediniz. Şu aramızdaki ayrılığı kaldıralım. Yok, dediği doğru değilse ben de onu himâyeden vazgeçerim.” dedi.
Kureyşliler bu sözü makul gördüler. Ahidnâmede “Bismikallâhümme” ibâresinden başka ne kadar yazı varsa hep mahvolduğunu görünce, hepsi mahcup oldu. Her ne kadar Ebû Cehil yine inadında ısrar etmek istediyse de ekseriyetin fikri ile o sayfayı oradan indirdiler ve Hâşimîler aleyhinde olan ahid ve ittifakı bozdular. Mekke-i Mükerreme’de umûmî bir sevinç hâsıl oldu.
*Kaynak: Fazilet Neşriyat