- enes
- 25.01.2023
Ölümden Sonra Diriltmek

Bakara Sûresi’nin 259. âyet-i kerîmesinde bildirilen ve yüz sene ölü hâlde bırakılıp sonra diriltilen zâtın, Üzeyr aleyhisselâm olduğunu tefsirler yazmaktadır. Bu hâdise, insanlara âhireti ve ba‘sin (ölümden sonra dirilmenin) esrarını anlatmak için misaldir. Bu âyet-i kerîme, şu şekilde tefsir edilmiştir:
Zalim kral Buhtunnasr, Kudüs havalisini zapt edip harabeye döndürmüş, ahalisinin bir kısmını öldürmüş, bir kısmını da esir almıştı. Esirlerin içinde, genç yaşta olan Hazret-i Üzeyr de bulunuyordu. Bâbil’de bir zindana atılmıştı. Daha sonra buradan kurtulup kendi eski vatanı olan Kudüs’e gelince, o beldenin, büsbütün harap edilmiş ve ıssız kalmış olduğunu görüp müteessir olmuştu. “Allâhü Teâlâ, bu beldeyi böyle harap olduktan sonra nasıl, ne vakit ihya edecek acaba? Bunu yeniden eski hâline getirmeyi murad edecek mi?” diyordu.
Cenâb-ı Hak, o zatın bu temennisinin üzerine, bu hadiseyi birer kudret hârikası olarak bütün beşeriyete göstermek ve beyan etmek hikmetine mebni olarak, o zâtı yüz sene ölü hâlde bırakıp; sonra tekrar diriltti.
Bu zâtın bu vefatının yetmişinci senesinde Kudüs-i Şerîf, bir Fars hükümdarı tarafından fethedilerek tekrar imar edilmiş, İsrâîloğullarının geri kalanları da yine burada toplanmış; kalan otuz senede burası âdeta yeniden hayat bulmuştu.
Yüz sene olunca da Cenâb-ı Hak, Üzeyr aleyhisselâm’ı yeniden diriltti ve buyurdu ki: “Bu hâlde ne kadar kaldın? Başından geçen hâli biliyor musun?”
O da kendisini uykudaymış gibi zannederek: “Bir gün veya bir günün bir kısmı kadar kaldım.” dedi. Anlaşılıyor ki, hayatta geçen yüz senelik bir ömür bile, nihayetinde insana bir gün gibi gelir.
Üzeyr aleyhisselâm’ın bu cevabı üzerine Cenâb-ı Hak buyurdu ki:
“Hayır, yüz sene kaldın. Bu müddet içinde ölmüş bulunuyordun. Şimdi vaktiyle yanında bulunmuş olan yiyecek ve içeceklere dikkat et ki, onlardan hiçbiri bozulmamış, bunlar bu yüz sene içinde oldukları gibi kalmışlardır. Merkebine de bak; o da ne hâle gelmiş, parça parça olan kemikleri, kendisinden nasıl ayrılmış. Seni ecelin geldiği için değil, insanlara bir âyet kılmak için, mahzâ bir ibret için böyle öldürüp dirilttik. Seni, ölümden sonra insanların vücuduna bir delil kıldık. Kemiklere bak, onları nasıl birbirine birleştiriyoruz, hepsini tekrar yerlerine nasıl iade ediyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz, onları yeniden eski haline getiriyoruz, hayata erdiriyoruz. Bu kemikler, parça parça olmuş, kuruyarak etten soyulmuş iken ilâhî kudret ile yeniden eski hâllerini almış ve bu da apaçık görülmüştü.
Vaktaki bu hakikati, yani ölüleri diriltme husûsunu ve Allâhü Teâlâ’nın kemâl-i kudretini, o zat gözleriyle görüp müşahede etti, dedi ki: “Ben bilirim, Allâhü Teâlâ şüphe yok ki her şeye kâdirdir. Binâenaleyh bütün ölüleri yeniden diriltmeye de –âmennâ- muktedirdir. Ölülerin nasıl ihyâ edileceğini düşünmüş olmam, buna kudret-i İlâhiye’nin ziyadesiyle kâfî olduğunu bilmediğimden değildir. Belki bu ihyâ, acaba mukadder midir? Mukadder olunca acaba nasıl bir sûretle vücuda geleceğini merak ettiğimden dolayıdır. Yoksa Cenâb-ı Hakk’ın bu ve bunun gibi nice hârikaları, bedîaları yaratmaya kâdir olduğu şüphesizdir.”
Velhâsıl, o zât da yeniden hayat bulunca üç hârikulâdeyi; hem kendisinin, hem kemiklerin yeniden hayat bulduğunu görmüş, hem de yurdunun yeniden canlandığını müşahede eylemişti. Cenâb-ı Hakk’ın daha böyle nice hârikulâdeleri vücuda getirdiği ve getirmekte olduğu şüphesizdir. İşte bu âyet-i kerîmede onlardan birisini bizlere böylece bildirmektedir.
Kaynak: Fazilet Takvim