PEYGAMBER EFENDİMİZİN İLK CUMA HUTBESİ

Peygamber efendimiz (s.a.v)'in kıldırmış olduğu ilk cuma namazı ve okumuş olduğu ilk cuma hutbesi

Cuma, cemiyet ve cemaat gibi toplanma manasındadır ve cuma günü, Müslümanların bayramıdır.

 

Peygamber Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem, Medîne-i Münevvere’ye hicret ederlerken Kubâ’da, Amr bin Avf oğullarına müsafir oldu. Orada, pazartesi, salı, çarşamba ve perşembe günleri kalıp Kubâ Mescidi’nin temelini attılar. Sonra cuma günü Medine’ye gitmek üzere yola çıktılar. Sâlim bin Avf oğullarına ait bir vadinin (Rânûnâ Vadisi) içindeyken cuma namazı vakti girmişti. Orada hutbe okuyup cuma namazını kıldırdı.

İşte bu, Peygamber Efendimizin (s.a.v.) kıldırdığı ilk cuma namazıdır. Daha sonra buraya bir mescit inşa edilmiş ve Mescid-i Cuma denilmiştir.

Hâtemü’l-Enbiya (s.a.v.) Hazretlerinin burada okuduğu birinci hutbesinin hulasa olarak tercümesi şöyledir:

 

Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz kalkıp, Hak Teâlâ Hazretlerine hamd ü senâ ettikten sonra şöyle buyurdular:

 

“Ey insanlar! Sağlığınızda, âhiretiniz için hazırlık yapınız. Muhakkak bilirsiniz ki kıyamet gününde birinizin başına vurulacak ve çobansız bıraktığı koyunundan sorulacaktır. Sonra Cenâb-ı Hak, ona diyecek ama nasıl diyecek; tercümanı yok, perdedarı yok, bizzât buyuracak ki:

“Sana, benim Resûlüm gelip de tebliğ etmedi mi? Ben, sana mal verdim, lütuf ve ihsan ettim. Sen, kendi âhiretin için ne tedarik ettin, ne hazırlık yaptın?”

O kimse de sağına, soluna bakacak. Bir şey göremeyecek. Önüne bakacak, Cehennem’den başka bir şey göremeyecek.

Öyle ise her kim kendisini -velev ki bir yarım hurma ile olsun- ateşten kurtarabilecek ise hemen o hayrı işlesin.

Onu da bulamaz ise, bari kelime-i tayyibe (lâ ilâhe illallâh Muhammedün Resûlullah) ile kendisini kurtarsın. Zira onun (okunması) ile bir hayra, on mislinden yedi yüz misline kadar sevap verilir.

Vesselâmü alâ resûlillâhi ve rahmetullâhi ve berekâtühû.”

 

Resûl-i Ekrem sallallâhü aleyhi ve sellem, Kubâ’da birinci hutbeden sonra ikinci hutbeye de kalkıp buyurdular ki:

 

“Allâhü Teâlâ’ya hamd olsun. Allâh’a hamd ederim ve ondan yardım isterim. Nefislerimizin şerlerinden ve kötü amellerimizden Allâh’a sığınırız. Allâh’ın hidâyet ettiğini, kimse idlâl edemez (saptıramaz). Allâh’ın idlâl ettiğini (saptırdığını) de kimse hidâyet edemez. Eşhedü enlâ ilâhe illallâhü vahdehû lâ şerîke leh.

Kelâmın en güzeli, Allâh’ın kitabıdır. Cenâb-ı Hak, her kimin kalbinde Kur’ân-ı Kerîm’i süslerse ve kâfir iken ona İslâm’ı nasip ederse o da Kur’ân-ı Kerîm’i diğer sözlere tercih eylerse; işte o kimse felâh ve kurtuluşa erer. Doğrusu Allâh’ın kitabı, kelâmların en güzeli ve en belîğidir.

Allâhü Teâlâ’nın sevdiğini seviniz. Allâhü Teâlâ’yı cân u gönülden seviniz. Allâh’ın kelâmından ve zikrinden usanmayınız. Allâh’ın kelâmından, kalbinize kasvet gelmesin. Zira Allâh’ın kelâmı (Kur’ân-ı Kerîm) her şeyin en iyisini ayırıp seçer, amellerin hayırlısını ve kulların seçkini olan Peygamberleri ve onların haberlerinin iyisini bildirir. Helâl ve harâmı bildirir.

Artık, Allâhü Teâlâ’ya ibadet ediniz ve ona bir şeyi ortak koşmayınız. Ondan hakkıyla korkunuz.

Güzel sözleriniz ile Allâh’ı tasdik ve ikrar ediniz. Allâh’ın ihsan ettiği rahmetle birbirinizi seviniz.

Muhakkak bilmelisiniz ki; Allâhü Teâlâ, ahdini bozanlara gadap eder. Vesselâmü aleyküm.”

 

Resûl-i Ekrem (s.a.v.), Rânûnâ’da Cuma namazını kıldıktan sonra devesine bindi ve Medîne-i Münevvere’ye doğru yola çıktılar.

Ensâr-ı Kirâm’ın önceleri ve sonraları, Muhâcirlere yaptıkları yardım, hürmet ve riâyet, doğrusu târif olunmaz derecedeydi. Peygamber Efendimizin Medîne-i Münevvere’yi teşrif ettikleri gün ise âdetâ bayram edercesine şenlik ettiler. O gün, Medîneliler hakkında hakikaten bir büyük bayram günü idi.

Kaynak: Fazilet Takvim